Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, İlim Yayma Vakfı, İlim Yayma Cemiyeti ve Vefa İlim Yayma Mezunları Derneği (VEFADER) işbirliğinde İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Halkalı Merkez Kampüsü’nde düzenlenen “İlim Yayma Ailesi 17. Geleneksel 1 Ocak Buluşması”nda konuştu.
İlim Yayma Cemiyetinin öğrencilik dönemlerinde kendilerine de yuva olduğunu ve sosyalleşmeleri açısından önemli katkılar yaptığını anlatan Altun, bu kuruma emeği geçen herkese teşekkür etti.
İlim Yayma Cemiyetinin ilim ve irfanı esas alarak milleti gözeten bir ocak olduğunu hatırlatarak, buradaki talebeliğinin 1990’lı yılların ortalarına denk geldiğini aktaran Altun, bu dönemin, uluslararası müesses nizamın Türkiye’yi iyice baskıladığı ve baskının da karşılık bulduğu yıllar olduğunu söyledi.
“Batı’nın, Batı dışındaki dünyayı sömürme politikalarında gördük”
Altun, tarihsel olarak Batı sömürgeciliğinin farklı yol ve söylemlerle yol aldığına işaret ederek, şu değerlendirmede bulundu:
“Başlangıçta zor ve şiddet kullanarak, sert güç uygulanarak Batı dışı toplumların sömürülmesi var. Batı sömürgeciliğinin kullandığı başka bir yöntem, 2. Dünya Savaşı sonrasında çok daha belirgin bir şekilde Batı dışı dünyayı uluslararası sistemde bağımlı bir konuma yerleştirerek sınırlı oranda pay vererek sömürme yaklaşımını gördük. Bunu da 1945 sonrasında Batı’nın, Batı dışındaki dünyayı sömürme politikalarında gördük.
Bu anlamda baskı, pay verme, yahut ikna yöntemleri 1990 yıllarına baktığımız dönemde Türkiye’yi bağımlı düzenin bir parçası haline getirmek için aynı anda kullandığı yöntemlerdir. 90’lı yıllar, tepeden inmeci, Batılılaşma, sözüm ona modernleşme uygulamalarının en sert şekilde uygulandığı giderek de zulüm politikalarının bariz bir hale geldiği dönemdir.”
“Türkiye, Cumhurbaşkanı’mız liderliğinde zor ve özgürleştirici olan yolu seçti”
Altun, 28 Şubat ile birlikte kendini açığa çıkaran düzenin, Türkiye’nin siyasal hayatında zulüm ve adaletsizliğin zirveye çıktığı bir dönem olarak yaşandığını ve bu süreçte toplumsal muhalefetin baş gösterdiğini söyledi.
Bu toplumsal muhalefetin gelecek inşası ve toplumsal alanda adalet talebi olduğunu anlatan Altun, şöyle devam etti:
“2000’li yıllarda Cumhurbaşkanı’mızın liderliğindeki hareket, toplumsal bu talebin karşılığı olarak ortaya çıktı ve o dönemden bugüne adalet ve kalkınma esaslarını dikkate alarak siyaset yaptı. Bugüne kadar bu iki uhdeyi esas alarak siyaset yaptı. Türkiye dışarıdan yönlendirilen krizlerin, esaretin altındaki bir ülke mi olacak yoksa biriken sorunlarına yapısal çözümler üreten iddia sahibi bir aktör mü olacak? Türkiye, Cumhurbaşkanı’mız liderliğinde zor ve özgürleştirici olan yolu seçti. Baktığımızda o günden bugüne Türkiye çok ciddi bir mücadele verdi.”
“Birçok temel insan hakları sorunları çözüme kavuşturuldu”
Altun, bu mücadelelerin kolay olmadığını, Türkiye’nin bu sürede büyüdüğünü, vesayet odaklarının tasfiye edildiğini, siyaset kurumlarının itibarlı hale geldiğini belirterek, “Birçok temel insan hakları sorunları çözüme kavuşturuldu, toplum-devlet ilişkileri rehabilite edildi, terörü kaynağından kurutma stratejisi ile toplumsal barış ve huzur ortamı, refah ilan edildi. Bütün bunlarla birlikte ekonomide ve dış politikada özel bir siyasal alan inşa edildi.” diye konuştu.
Altun, bu sürecin çok zor fedakarlıklarla başarıldığını tekrarlayarak, Gezi kalkışmasından 15 Temmuz’a ve finansal müdahale operasyonlarına kadar Türkiye’nin birçok müdahale ile karşı karşıya kaldığını hatırlattı.
“Bir taraftan kendi teknolojisini üreten, bağımsızlaşan bir Türkiye…”
Bugün itibarıyla bu mücadelenin devam ettiğinin altını çizen Altun, şunları kaydetti:
“Bugün bu mücadele iki alanda oluyor. Bir tarafta büyük, güçlü, üretken ve özgür bir Türkiye hayali için mücadele edenler, diğer taraftan ise küçülen iddialarından vazgeçen ve istikrarsızlaşan Türkiye. Bir taraftan güçlü bir siyasal liderlikle yol alan bir Türkiye, diğer taraftan kendi iç çekişmelerine, kendi menfaat çekişmelerine hapsolmuş parçalı bir yönetim mekanizmaları vadeden yapı.
Bir taraftan kendi teknolojisini üreten, bağımsızlaşan bir Türkiye, diğer taraftan dışa bağımlılıkta ısrar eden bir Türkiye anlayışı var. Yine bir yanda terörü kaynağında kurutarak terörle mücadele eden, küresel terörizmle mücadele eden Türkiye, diğer tarafta terör örgütlerini himaye edenlerin ve onlara hamilik yapanların etki ettiği yönetim mekanizmalarına sahip Türkiye… Bugün bu mücadele devam ediyor.
Türkiye siyasal gerçekliği içerisinde baktığımızda uluslararası yapıların etki ettiği, normal şartlarda yan yana gelmesi dahi düşünülemeyecek olan unsurların bir araya geldiğini görüyoruz. Bunlar için Sayın Cumhurbaşkanı’mıza karşı bir siyasal kimlik haline gelmiş olmaları tek ortak noktaları. Kendilerini kimliklendirdikleri nokta bu.”
“Dünya tam anlamıyla küresel belirsizlik ve kaos çağını tecrübe ediyor”
“Bugün dünya tam anlamıyla küresel belirsizlik ve kaos çağını tecrübe ediyor. Bu çağda istikrarlı bir ülkede olabilmek son derece kıymetli bir kazanım.” diyen Altun, şöyle devam etti:
“O ülke için o ülkenin toplumları için kazanım. Bölge için ve küresel barış için de bir kazanım. Liberal küreselleşme ütopyasının esas itibarıyla iflas ettiği uluslararası alanı tecrübe ediyoruz. Uluslararası alanda ticaret savaşları, korumacılık anlayışının baş gösterdiğini görüyoruz. Finans krizlerinin, ham madde krizlerinin, salgınların sağlık krizlerinin kendisini gösterdiği bir dünyada yaşıyoruz.
Küresel terörizmin hatta sıcak savaşların hükmettiği bir alanı tecrübe ediyoruz. Bütün bunlar esas itibarıyla bu kritik kaos çağında güçlü bir siyasal liderliği ve istikrarın önemini ortaya koyuyor. Türkiye bu anlamda güçlü bir siyasal liderlikle yol alan bir istikrar adası konumundadır. Türkiye bununla da yetinmemekte istikrarcı bir güç konumu kazanmaktadır. Cumhurbaşkanı’mızın liderliğinde.”
“Türkiye destan yazdı”
Altun, 1945 sonrası kurulan ana taşıyıcı kurumlarının uluslararası düzeni yönetme konusunda tam bir basiretsizlik ve kabiliyetsizlik yaşadığını gördüklerini belirterek, “Bu kurumların hiçbiri küresel alana hükmeden makro sorunları çözüm konusunda başarı sergileyemiyor. Bugün insani krizler söz konusu olduğunda bu kurumların çözüm üretemediğini görüyoruz.
Türkiye insani krizler söz konusu olduğunda gayrisafi yurt içi hasılaya oranla insani yardımlarda dünyada birinci, kalkınma yardımlarında ise dünyada ikinci sıradadır. Pandemi sürecinde bu kurumların çözüm üretemediğini gördük. Bu süreçte Türkiye destan yazdı.
Gerek sağlık altyapısıyla gerek güçlü sosyal devlet performansıyla uluslararası arenada pozitif anlamda ayrıştı. Avrupa ülkelerinin birbiriyle maske savaşı yaptığı adeta birbirlerinin sağlık ekipmanlarını adeta çalmak için mücadele ettiği dönemde Türkiye gelişmekte olan ülkelere sağlık ekipmanları ve daha sonra aşı konusunda ciddi yardımlar yaptı. Suriye iç savaşı başta olmak üzere bu kurumların ne kadar başarısız olduğunu gördük. Bu noktada birçok sorunun çözümü konusunda Türkiye’nin somut katkıları önde oldu.” değerlendirmesinde bulundu.
“Türkiye son 20 yılda çok büyük dönüşüm geçirdi”
Rusya Ukrayna savaşında da Türkiye’nin ciddi adımlar attığını, tahıl koridoru ve esir takasıyla beraber savaşın bitmesi konusunda ciddi adımlar attığını hatırlatan Altun, savaş başlamadan önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Putin ile olan ilişkisinin Batıcı aktörler tarafından sorunsallaştırıldığını, hatta Türkiye’nin dış politikasında “eksen kayması” gibi anlamsız tartışmalar olduğunu kaydetti.
Altun, savaş başladıktan sonra Batılı ülke liderlerinin bu süreçte Cumhurbaşkanı Erdoğan’a müzakere etmesi için yaptığı çağrıları herkesin bildiğini dile getirerek, “Türkiye son 20 yılda çok büyük dönüşüm geçirdi. Bu dönüşümün doğal parçası olarak bu sürece şahitlik eden aktörleriz. Zaman zaman kritik tarihsel süreçleri bir adım geri çıkarak okumak anlamamız gerekir.” ifadelerini kullandı.
“Mücadelemiz artık uluslararası, küresel bir adalet mücadelesidir”
AA’nın haberine göre; bu dönüşümün yeterince anlaşılmadığına işaret eden Altun, şunları kaydetti:
“Bu dönüşüm sadece Türkiye içinde adalet, kalkınma mücadelesi ile ilgili bir mücadele değildir. Aynı zamanda küresel sistemin dönüşümü ile ilgili bir mücadeledir. Batılı sömürge sisteminin ve bununla beraber hareket eden Batıcı bağımlılık düzeninin doğası ile ilgili bir dönüşümdür. Türkiye bu yönüyle Batı’nın sömürge istemine karşı bir model ortaya koymuştur.
Özgün bir modernleşme yorumu üretmiştir. Yürüttüğü adalet mücadelesiyle örnek olan doğru yanlış cetvellerini değil kendi akli hesabıyla bölgesinin gerçekleriyle hareket edebileceğini göstermiştir. Şunu çok ve net şekilde ifade ediyoruz; 20 yılda Türkiye’de toplumsal adaletsizliğe sebebiyet veren çarkların kırılması noktasında çok önemli adımlar atıldı. Şimdi küresel alandaki adaletsizlikleri, bu adaletsizliklerin arkasındaki çarkları kırma zamanıdır.
Bu noktada mücadelemiz artık uluslararası, küresel bir adalet mücadelesidir. Bu küresel mücadeleyi kazandığımızda bu millet kazanacaktır. Üretmek hem büyük ve güçlü bir Türkiye için, hem bölgesel barış hem de küresel barış için bir teminattır. Aynı zamanda bu coğrafyanın insanları bu ülkenin insanları için bir kazanımdır. Bu kazanımı daha da ileriye götürmek için el birliğiyle gayret sarf edeceğiz.”